En son 2016 Ocağında Söke Cezaevinde bir şekilde interneti ele geçirip Cumhuriyet ve Milliyet arşivleri üzerinde çalışmaya başlamıştım. 1930’dan sonra Türkçeye giren kelimeler için bunlar eldeki en yararlı kaynaktır. Kelime eğer çok marjinal veya uzman işi değilse, Türkçede ilk duyulmasından sonra iki üç sene içinde mutlaka gazetelere geçer. İnternette aramaya izin veren bu ikisinden başka Türkçe gazete arşivi yok. Hürriyet’in 1998 sonrasını kapsayan arşivi iyiydi, nedense kaldırmışlar.
22 Ocak 2016’da kaçak internet kullandığım gerekçesiyle yakalandım, zindana atıldım, bir buçuk sene bilgisayarsız kaldım. Ancak Yunanistan’a geçtikten sonra yeniden masa başına oturabildim. Bir buçuk ay oldu, nefes almadan çalışıyorum. 5 Ağustosta başlamışım, o günden bu yana sözlükte 3510 maddeyi elden geçirmişim, iki bin dolayında yeni metin örneği eklemişim. Biraz anlatayım size neler yaptığımı.
Gazeteler
Önce Cumhuriyet’ten 478 metin örneği. Çoğu 1930 ve 40’lardan. (1950’lerden sonra Milliyet her zaman Cumhuriyet’ten bir adım önde gitmiş, ama 2000’lerde Cumhuriyet yeni kelimelerde biraz daha cesur davranmaya başlamış.) Büyük çoğunluğu Türkçede tespit edebildiğim ilk örnekler (koreografi, emaye, şalter, hormon, otonomi, antisemit, kortej, jargon, hoşgörü, buldozer, zamazingo, fokoculuk, virman, jetlag,“eski koca veya sevgili” anlamında ex…). Bir kısmı daha önce yazılı örneği görülmemiş deyimler (sıcak temas, ihbarcı, hayal meyal), uydurma neo-Osmanlıca tabirat (mütearife, iltisaklı, matrah, mibzer), ya da eski kelimelerin yeni kullanımları (“açık sandviç” anlamında kanape, “beton matkabı” anlamında karot, “patlama” anlamında infilak, “il veya ilçe merkezi olmayan belediye” anlamında belde, “ağız antiseptiği” anlamında gargara, “yokuş” anlamında rampa, “hiperlink açmak” anlamında tıklamak, “ayakkabı çeşidi” anlamında platform).
Milliyet arşivinden 464 yeni metin örneği bulmuşum. Milliyet 1950’de çıkmaya başladığı için bunlar biraz daha yeni. Ekonomi, finans ve ticaretle ilgili kelimelerde (market, sendikasyon, know-how, resesyon, optimize etmek, libor, repo) ve yeni çıkan ticari ürünlerde Milliyet’ten iyisi yok (marley, nervürlü çelik, tatil köyü, moket, tubles lastik, transistor, tutti frutti dondurma, permatik, pet şişe, pomfrit, toner,“kumaş türü” anlamında polar, “versiyon” anlamında sürüm). Bir de, bir ara her gün Doktorunuzun Köşesi yayınladıkları için tıpla ilgili pek çok yeni kelimeyi orada bulabiliyorsun (özofagus, epidural,“çarpıntı” anlamında palpitasyon, sedatif, mongoloit, katalepsi).
1999’dan sonra çıkanlar için, hatta bazen daha eskileri için paha biçilmez bir başka kaynak Ekşi Sözlük. Özellikle 2004-2005 civarında cıvıtmaya başlamadan önce Türkçenin en kusursuz sözlüğü olmaya adaydı, yazık oldu. Ekşi Sözlükten 88 metin örneği almışım. Bunlar arasında büsbütün yeni kelimeler çoğunlukta (spam, mem, mobese kamerası, her iki anlamda crack, banlamak, arkat, panpa, mutenalaştırmak, fuckbuddy). Fakat – argo sözlükleri dahil – kibar sözlüklerin atladığı argo incileri az değil (laylaylom, sallamasyon, dütmek, cozutmak, gollik), başka sözlüklerin neden unuttuğuna akıl erdiremediğim eski kelimeler de epey tutuyor (hilti, kotto, otriş, subra,“bale ayakkabısı” anlamında puant, definisyon).
Dijital deryalar
Bunlar bitti, internetten hazineler yağmaya başladı. Geçen sene Şirince’deki bütün kitaplarımı Matematik Köyü’ndeki Nişanyan Kütüphanesi’ne bağışlamıştım, karşılığında da 400 kadarının pdf’lenip ocr’lanmasını rica etmiştim. Epeyi bir gecikmeden sonra sağolsun Tayfun o işi ele aldı; eksikleri Özlem Beyaslan Boğaziçi Üniversitesi kütüphanesinden temin etti. İndeksleyip search’leyebileceğim yüzlerce kitaba kavuştum. Normal hayatta hepsini toplasan en az 250 kilo eder. Şimdi hepsi bulutlarda bir yerde, indirince on gramlık bir flaş belleğe sığıyor.
İçerideyken elimde kaynak olmadığı için “şuna bir bak” diye not aldığım 450 kadar madde vardı. Onları hızlıca elden geçirdim. Andreas Tietze’nin sözlüğünün üçüncü cildi elime geçmemişti; onu taradım. Tietze Sultan Veled’den, Ömer bin Mezid adlı bir 15. yy şairinden ve hapisteyken elle taradığım, Ferec ba’deş-Şidde adlı yine 15. yy’a ait öykü derlemesinden çok sayıda metin örneği kullanır. Onlardan bir 60 tane kadarını arakladım. Sonra büyük bir keyifle 4000 sayfalık Evliya Çelebi’yi search’e soktum. Daha önce gözümden kaçmış 135 tane yeni metin örneği buldum. Buyurun birkaçı: bere (yara anlamında), sundurma, şıllık, mesire, sırılsıklam, yılan balığı, kusmuk, dandini, pasaport, cümbür cemaat, izbandut, alicengiz oyunu, divane, civelek.
Rabguzi’nin 1309 tarihli Kısas-ı Enbiya’sı Orta Türkçe’nin, yani yaklaşık 230 yıllık bir suskunluktan sonra 14. yy başında aniden beliren post-Moğol Türkçe yazı dilinin kesin olarak tarihlenebilen ilk örneklerinden biridir. Çağatay-öncesi diyebileceğimiz bir Orta Asya lehçesiyle yazıldığı için, Türkiye Türkçesine metin örneği olarak kullanabilir miyim diye tereddüt etmiştim. Taranmış ve ocr’lanmış kopyası gelince dayanamadım, oradan da 221 örnek çektim. Aralarında, memleket, veya, cihat, mezar, zelzele, kükürt, tembih, biraz, mutemet, minare, mihmandar, havuz, dehşet, nafile, noksan, alamet, hicret, tılsım gibi bir ton sözcüğün Türkçede bilinen ilk örnekleri var.
Peşinden, normal gazetelerde tatmin edici örneklerini bulamadığım bir dizi kelimeyi Resmi Gazete arşivinde aradım; 26 tane buldum (kodeks, poliklinik, kafeterya, emisyon, kolluk kuvvetleri, workshop…). Mevzuata girmişken Birinci Tertip Düstur’a da daldım, Geç Osmanlı bürokratik dilinden 67 tane leziz örnek topladım (anonim ve komandit şirket, komiser, kadastro, asfalt, ilmühaber, bandrol, tonilato, iskonto, dinamit, dosya, demiryolu traversi). Şinasi Efendi’nin toplu makalelerinde 23 kelime (tefrika, düello, zabıta, vatanperver, bitaraf), Abdülhak Hamid’in toplu mektuplarında 15 kelime (dram, akademi, centilmen, votka) çıktı.
1358 tarihli Nehcü’l-Feradis’i taradım, işe yarar bir şey çıkmayacağına kanaat getirdim. Dede Korkut Hikâyelerinde daha önce eksik bıraktığım bir şeylere göz attım, 50 yeni metin örneği ekledim (sam yeli, sürahi, kümes, kah kah, dadı, miyav…). Ama bir kez daha Dede Korkut’un güvenilirliğine dair tereddüde düştüm. Oğuz Türkçesinin en eski metinlerinden biridir, evet, ama eldeki yazmalar 16. yy ve sonrasına ait. Ve korkarım ki, aynen şimdiki Türk yayınevleri gibi, metni gelişigüzel “güncelleştirmekte” hiç sakınca görmemişler.
Yaklaşık 1410 yılında yazılmış bir tıp kitabı olan Müntehab-ı Şifa’nın daha önce sadece indeksini tarayıp kelime devşirmiştim. Bu sefer asıl metin geldi, 60 tane örnek pasaj aldım (demirhindi, zambak, loğusa, peksimet, ur, zerdali, tenasül aleti, ıspanak).
Recep Toparlı ve arkadaşlarının hazırladığı (Eski) Kıpçak Türkçesi Sözlüğü hatalarla dolu, özensiz bir çalışmadır. Onu yeniden gözden geçirip, oraya verdiğim referansların birçoğunu eledim; kalanları orijinal kaynaklara (1405 dolayına ait atçılık kitabı Baytaratül Vazıh, 1400’den öncesine ait savaş sanatı kitabı Minyetül Guzat, yine aynı yıllardan okçuluğa dair bir eserle iki tane fıkıh kitabı) indirgedim. Süleyman Çelebi’nin 1409 tarihli Mevlid’inden 20 tane taze alıntı çıktı (cereyan, mükemmel, serseri, imdat).
1360 tarihli Danişmendname’yi sekiz yıl önce tarayıp sadece kelime listesi çıkarmıştım. Çok iyi dijitalize edilmiş bir kopyadan 126 tane metin örneği çıkarmak bu sefer bir buçuk günümü aldı. Neler var? Ayyuka çıkmak, mücahit, lağım, lacivert, serasker, silahşor, velinimet, örselemek, ve hatta bugüne dek bulabildiğim en eski İstanbul. 1550 civarına ait anonim Tevarih-i Ali Osman ile 1599’da yazılmış Selanikî Tarihi 44 metin parçası verdiler. Kumkuma, tabur, barut, darphane, babayani, zapturapt bunlara dahil. 1477 tarihli şahane bir Farsça-Türkçe sözlük olan Halimî Sözlüğü önceki gün geldi. Daha önce elle tarayıp kırka yakın kelime çıkarmıştım. Bu sefer bir buçuk günde dijital yoldan 60’ı aşkın örnek bulabildim (uzun eşek, isot, gözlük, kozalak, ufak tefek, pisi pisi, iskete, tutkal…). Daha da bitmedi. Bu gece vakit kalırsa bitiririm.
Bu metinleri toplarken tabii ister istemez her kelimede bir şeylere takılıyorsun. Yazım hatası buluyorsun, şunu şöyle desek daha iyi olur diyorsun, bu kelimenin bir de şu kullanımı vardı diye aklına düşüyor, onu aramaya başlıyorsun, bir de şu kaynağa bakalım deyip bir kuyruk ucu yakalıyorsun. Yaptığın işin onda dokuzu boşa çıkıyor, ama onda birinde öyle bir balık tutuyorsun ki bütün o emeğe değiyor.
Yeni katılanlar
27 tane yeni kelime eklemişim. Sildiğim veya başka madde altında topladığım beş altı kelime de var ama onları sistem kaydetmiyor, hatırlamak zor.
Yeni eklenenler: mar(Farsça “yılan”, Türkçede cari bir kelime olduğundan değil, üç tane bileşiği – tarümar, şahmaran, marpuç – düzgün sunabilmek için), monokrom (polikrom var , trikromi var, bu atlanmış), mankurt, lav silahı, kapkaç, karmanyola (Samos’ta bir “Karmanyola Sokağı” var oradan hatırladım), öncel, karot(hem havuç, hem beton matkabı anlamında), abrasiv, bora (eskiden boran maddesi altındaydı, ayrı kelime olduğuna kanaat getirdim), cibre, kevn (bu da cari değil, sunum şıklığı uğruna), kazamat, çeri domatesi, drone, yarabbi (eskiden rab altındaydı, vatandaş arar bulamaz diye endişelendim), kollaps, alicenap (ali ve cenap altında iki kez yazılmış, toparladım), gömü ve gömüt (gömmek altındaydılar, ayırdım), geren, hermeneutik, silme (mimari terimi ve “silme dolu” deyiminde), kevkeb, keneş (“cemiyet” demek, bin senedir unutulmuştu, birden moda oldu), iltisak(“yapışma” anlamında marjinal bir Osmanlıca tabirdi, Osmanlıca paralamaya meraklı birtakım cahiller tarafından yanlış anlamda dolaşıma sokuldu), gerici (geri maddesindeydi, ayrıldı).
Kökenler
Etimoloji bölümünde de toplam 1059 kelimeyi ellemişim. Bunların büyük çoğunluğu yabancı dillerdeki kelimelerin tanımlarıyla ilgili ufak tefek düzeltmeler. Arapça son harfi ya olan fiillerin yazımıyla ilgili bir problem vardı, o düzeltildi (45 kelime). Çince, Japonca, Sanskritçe, Süryanice, Habeşçe, Rusça, Bulgarca kelimelerin hepsinin orijinal alfabelerindeki yazımı eklendi. Çeşitli kaynaklardaki yanlış veya kuşkulu bilgilere notlarda değinildi. Kördüğüm olmuş birkaç kelime ailesinin bağlantıları sadeleştirildi. Etimolojik analizde önemli birkaç düzeltme yapıldı. Hepsi iki düzine kadardır, onları kısaca belirteyim.
Köle. Muamma bir kelime. Büyük tereddütle Arapça gulam’la bağı olabileceğini belirtmiştim, onu kaldırdım, yalnız soru işareti bıraktım.
Balık olan Çipura. Yunancası aynı, ama sanırım Türkçeden Yunancaya geçmiş tek balık adı olma ihtimali yabana atılır gibi değil. Çünkü “balık kılçığı” anlamında çupra Türkçede bayağı eski.
İzbarço etimolojisi eklendi. Lubunya eklendi. Çıma tanımı yanlıştı, düzeltildi, Eski Yunancaya kadar izlendi. Acur ve incir komple baştan yazıldı, geçen gün anlattım neden.
Lav müthiş bir keşifti. İtalyanca sözcüğün kesinlikle Arap kaynaklı olduğuna kanaat getirdim. Piyiz etimolojisi boştu, dolduruldu. Müşküleüzümü belli ki İznik’in Müşküle köyünden geliyormuş.
Paşa mevzuunda Jean Deny’nin İslam Ansiklopedisi’ndeki makalesini okuduktan sonra fantezi açıklamalardan vazgeçildi, klasik görüşe dönüldü.
Bora (ani kuzey rüzgârı) İtalyancadan alıntı görünüyor. Buna karşılık boran (tipi, sert yağmur) Farsça baran’la alakalı olmalı. Ama emin değilim.
Farsça hoca, büyük olasılıkla Türkçe koca’dan alıntı. Arapça hamr kesinlikle Aramiceden alınmış bir kelime, Arapça kökten türetilmesi beyhude zorlama. Muta nikâhındaki muta’yı bilmiyordum, öğrendim. Petka yanlıştı, düzelttim. Sanırım göt değil yumruk demekmiş.
Bodrum konusunda yılların inadını terk etme gereği duydum. Kasaba olan Bodrum kesinlikle Yunanca Petrion, ama mahzen olan bodrum sanırım Macarcadan alıntı. Zaten Meninski öyle demiş, ona kulak asmamışım. Örselemekfiili belki onuncu kez düzeltildi, hala soru işaretli kaldı. “Su birikintisi” anlamına gelen eğrek birden aydınlanıverdi.
Beyzi ile beyza karışmıştı, düzeltildi. Herise’yi Dankoff’a kanıp Ermeniceye bağlamıştım, gayet sağlam Arapça olduğu anlaşıldı. Ermeniceye de oradan gelmiş.
Sırnaşmak fiilini “yapışmak, cıvımak” gibi bir şey sanıyordum. Meğer orijinal anlamı “tırmalamak” imiş. Öyle olunca etimolojisi kolayca çözülüverdi. “İplik” anlamında tire’nin Farsça olduğunu nereden çıkarmışım bilmiyorum; İtalyancadan geldiği kesin.
Hepsi bu kadar. 15,102 kelimede 23 tane çok fena sayılmaz herhalde, ama insan gene de hicap duyuyor.
Bu sayılanların hepsi 5 Ağustos’tan bu yana yapılan işler. Sözlüğün yeni baskısına çalışmaya 2012’de, Aslanlı Yol’u bitirir bitirmez başlamıştım. 2012-2013’te toplam beş ay kadar, cezaevinde Temmuz 2014’ten Ocak 2016’ya kısıtlı imkânlarla toplam 16 ay kadar çalıştım. Bitmedi daha da, bitmek üzere.
https://twitter.com/ThomasSowell
《 The fraudulence of the left's concern about poverty is exposed by their utter lack of interest in ways of increasing the nation's wealth. Wealth is the only thing that can cure poverty. The reason there is less poverty today is not because the poor got a bigger slice of the pie but because the whole pie got a lot bigger no thanks to the left. 》
https://twitter.com/ThomasSowell/status/831564451639865345/photo/1
Aslında bu konuda aksi görüşte olan devrimci sol kesimler de var. Örneğin anarşist yazar Gün Zileli Demir Küçükaydın'ın bir yazısında savunduğu bu görüşü eleştirmiş:
"Ben ise tersini ileri süreceğim. Yani Fransız Devrimini yozlaştıran doğrudan Jakobenler; Rus Devrimini yozlaştıran Bolşevik Parti; İslamiyeti bugünkü bildiğimiz İslam yapan ise doğrudan doğruya Muhammet’in kendisiydi."
http://www.gunzileli.com/2015/05/25/akpnin-ozu-ve-kabugu/
Hatta başka bir yazısında bunun kökünün Marx'a kadar gittiğini de yazmış:
"1980’li yıllardaki sert tartışmalarımız sırasında, o zaman dahil olduğum partinin lideri Doğu Perinçek’in söylediği doğru bir şey vardı. “Stalin’i hedef tahtasına koyarsanız, ardından Lenin’i, onun ardından da Marx’ı reddedersiniz” demişti. Gerçi Lenin’le Marx’ı hiçbir zaman Stalin’le aynı şey olarak görmedim ama Stalin diktatörlüğünün taşlarının Lenin zamanında döşenmeye başladığını saptadım. Lenin’in diktatörce yönelimlerinin köklerinin de Marx’ta olduğunu. Ve böylece, 1990’lı yılların başlarında, 50’li yaşlarıma doğru ilerlerken anarşizme vardım."
http://www.gunzileli.com/2011/12/24/iki-perdelik-komedi/
Sevan'ın söyledikleri belki Batı için makbul olabilir fakat orada da artık sol ve liberal cenah bir oldu, yekvücut oldu ve hatta merkez sağ da bunlara eklendi. Bunlara alternatif olarak bir tek rasist, zenofobik ve nativist/nasyonalist aşırı sağ var, ki o da esasında çok belirli bir ideolojisi olmayan güçlü bir reaksiyoner esintiden başka bir şey değil, başlı başına gücü ele geçiremez, ancak umumi gidişata tesir eder. Dünya zaten artık baskın hiçbir ideolojik akımın olmadığı bir geleceğe doğru yol alıyor. Siyasal İslamcılık da ancak teknoloji daha da gelişip Suudi Arabistan'ın petrol rantı iyice azalana dek devam edebilir.
"...Sosyalistlerin mikroskopik bir azınlık olmaktan çıkıp kendi kalabalıklarının gücünü alacakları günü düşün...."
Böyle bir gün ne Türkiye'de ne Batı'da hiçbir zaman gelmeyecek Sevan hocam bunu sen de aslında gayet iyi biliyorsun. Hatta Batı'yı bırak dünyada hiçbir yerde olmayacak, K. Kore gibi artık tümörleşmiş bir anomalinin dahi 2020'den sonra var olma şansı yok. Marx'ın bile miadı, Avrupa'daki 1848 devrimlerinden birkaç sene İngiltere'de modern kapitalizmin, Fransa ve Prusya'da ağır sanayinin kurulmaya başlamasından sonra dolmuştu aslında. Bu bağlamda Sevan da, yerdiği fosil sosyalistlerden pek farklı bir fikir arzetmiyor.
Artı değeri de kamu zaten doğrudan ve dolaylı vergilerle tahsil ediyor. Problem Türkiye'de kamunun bu tahsil ettiği yüklü meblağ mukabilinde hizmet sunmaması, yolsuzlukla, hırsızlıkla, israfla, zayi etmesi. Zaten gelişmiş ülkelerle geri kalmış ülkelerin arasındaki temel fark budur. İsveç, dünyada vatandaşından en çok doğrudan vergi alan birkaç ülkeden biri, Suudi Arabistan ise ne doğrudan ne de dolaylı hiç vergi almıyor. Hangisi çukurda, hangisi zirvede sence?
"...Suudi Arabistan arasında bağlantı var tabi fakat Suudi petrol kazancı azalınca siyasal islamcılığın biteceğini sanmıyorum..."
Valla ben sanıyorum, sanmaktan öte biliyorum da. Bugün Suudi çeşmeyi kapatsın, 10 seneye kalmadan dünyada siyasal İslamcılığın gücü biter. İslamcılık biter demiyorum dikkat et, müslüman ülkelerdeki islamcı siyasi akımlar zayıflar....
Evet, Sevan'ın aksine ben kamunun 'artı değeri' tahsil etmesinde problem görmüyorum. Problem ülkelerin halkları. Her millet nasılsa öyle idare olunur.
Ideolojiler üzerinden toplumlar mukayesesi yapmaya çalışmak, politik ekonomiye metodolojik yaklaşım bakımından, astrolojiyi astronomik metod olarak kullanmaya benziyor.
Mevzuya "iki toplum biyolojik olarak üç aşağı beş yukarı aynı nasıl olsa" mantığı ile yaklaşırsak Afrika'nın Adam Smith'i keşfedemediği için taş üstüne taş koymadığı absürdlüğüne ulaşırız. Ya da mesela Türkiye ile Suudi Arabistan arasındaki farkın nedensellik bağlamında dine yaklaşımlarından, yahut cehalet diferansiyelinden geldiği yanılgısına kapılırız.
Bakın bu arkadaş baya basit bir model kullanarak toplumlar arasındaki refah farkını, ve toplumsal güven ve inovasyon hızı gibi faktörleri, başka hiç bir modelin yapamadığı kadar yüksek öngörü gücü (predictive power) ile açıklıyor.
https://www.amazon.com/Hive-Mind-Your-Nation-s-Matters/dp/150360067X/ref=sr_1_1/153-2875904-3224258?ie=UTF8&qid=1487769202&sr=8-1&keywords=hive+mind
Ana akım halen IQ-refah ilişkisininde nedensellik sırasının önce refah (ya da eğitim), sonra IQ artışı olduğunda (bir asırlık psikometrik veriyi görmezden gelerek) ısrar ediyor. Netice: ortalama IQ'su 80 olan Suudi Arabistan'ın doğru eğitim ile İsveç olabileceği sanrısı. Kimse, ileri derecede içevliliğin (consanguinous endogamy) yaygın olduğu, ortalama IQ'su 80 olan bir biyolojik grup için, evrimsel oyun teorisi açısından, Selefi-sayko İslam'ın optimum strateji olabileceğini düşünmüyor.
http://reproductive-health-journal.biomedcentral.com/articles/10.1186/1742-4755-6-17
(İçevliliğin alt soyda IQ'yu ortalama 5 ila 10 puan düşürdüğünü hatırlatayım. (inbreeding depression))
(Çin'in Afrika'da görülen fakirlik seviyelerinde sürünürken de, ortalama refahını 10 kat arttırdıktan sonra da g-yüklü zeka testlerinde 1. Dünya ülkelerinde görülen ortalamalar tutturduğunu hatırlatayım.)
(Amerika'da Appalachia'da yaşayan ve ortalama Afrikalı Amerikalı aileden daha fakir olan İskoç-Irlanda kökenli ailelerin çocuklarının, Amerika genelinde %1'lik gelir yüzdesine giren Afrikalı Amerikalı ailelerin çocuklarından daha yüksek SAT ortalamaları tutturduklarını hatırlatayım.)
15 000 yıllık evrimsel ıraksamadan kaynaklanan farklı köpek alt türlerinin entellektüel kapasite (hafıza, öğrenme hızı gibi) ve bariz morfolojik farklılıklarını sıradan kabul ediyoruz, ama sıra 70 000 yıllık insan genetik gruplarının evrimsel ıraksamasına geldiğinde aptala yatıyoruz. Basımından bir buçuk asır sonra, _Türlerin Kökeni_'ni ciddeye almanın zamanı gelmedi mi, ne dersiniz?
Bahsettiğin şey, burada yazılamayacak kadar uzun ve netameli bir mesele. Hakkında çok ciddi araştırmaların olduğu uzun bilimsel akademik makaleler ve kitaplar var.
2.cumhuriyet ile yönetilen her yerde yığınlar belirleyici değil mi
yani kürtlerin ve ermenilerin daha az olmalarıda bugün bulundukları koşulların sorumlusu değil mi.
o zaman biz neden koministlerin veya kapitalistin egemen olduğu dünyada birileri ezilecek diye birinden birini benimseyelim ki
3.marxsı eleştirmek doğru mu? yada şöyle söyleyelim.firavun tanrı mıdır.yani geçmişte birileri yanlıştı bizde onu düzeltiyoruz nasıl bir anlayıştır.100 yıl sonra çocukların sana gülmeyeceğinin bir garantisi var mı?
3.sanki komünizm ile mücadele derneği veya soğuk savaş dönemi militan bir kapitalist gibi konuşmak rasyonel bir davranış mı.
Bu miras denen olay adaletsiz bir kere. Özgürlük ise ancak donanımlar kadar mümkün. Kaldı ki; reklamlarda hep parlak dişli, sağlıklı, kumral, beyaz tenli güzel kızlar ve erkekler var. Reklamlarda gözükenlerle sokaklarda dolaşan insanların bir alakası yok. Anadolular biz, genellikle kara kuru insanlarız. “Bu ürünü kullanırsan sen de bu sınıf içerisindesin” propagadası. Reklamlarla da akıllar esir alınıyor. Ayda 1500 lira maaş alan insanın, 3000 liralık telefon satın alması rasyonel bir tercih midir? Yoksa bu zombi midir ağabey? Türkiye’de seviyesi düşük fakat kapitalizm ve rekabet arttıkça reklamlar dini öğreti seviyesine ulaşıp, yozlaşmış insanlar üretiyor.
Kısa zaman önce Almanya, Kore ve Japonya’da yeni bir şirket türü çıktı. Hem patron hem çalışan oluyor, ağaca bağlı fil durumundan kurtulmuş 100, 150 kişi birleşip şimdilik kafe zincirleri açıyorlar.
Türkiye’deki sosyalistlerin çoğu medeni insanlar değiller. Birey olamamış hayatına anlam katmak için cemaate katılan sakallılardan bir farkları yok. Anlam için savaşıyorlar. Fakat liberalizmin gerçekten özgürlükçü olması için düzeltilmesi gerekiyor.
Dediğim gibi Batı'da Liberalizm Solla bütünleşme yolunda ve hatta buna şimdilerde eski merkez muhafazakar sağ da iştirak ediyor. Bu gidişata bir tek reaksiyon gösterenler, kendilerine alternatif sağ falan da diyen post-modern faşistler.
oluşmuyor ki;
vasatlardan oluşuyor.
Çoğunluk bu ortalamalarda.
Biz, o sistem bu sistem aşığı değiliz.
Sadece sıradan insanın hırsız, katil, tecavüzcü olmasına gerek kalmayacak ortamın arayışı içindeyiz.
Medeni günlük yaşamın asgari şartları kotarılsın sıradan %80 için;
Siz %20 Süperler yine uçun,
kendiniz ve insanlık için.
....Hayır, ahali aptal olduğundan reddetmiyor sosyalistleri; güzelce anlatırsan fikrini değiştirmeyecek...."
Bu yazı kendi içinde çelişkiler yumağı. Çözüm keresteci Aydın ustalardan geliyorsa memleket süper de biz farkında değilmişiz. Boşuna üzülüyoruz demek.
Daha geniş bir açıdan bakarsak, genel olarak, medeniyet kabile toplumundan feodalizme, oradan da kapitalizme ilerlemiştir. Arada bu genel kurala uymayan istisnalar da olmuştur elbette. Örneğin Roma imparatorluğunda görüldüğü gibi bir "köleci"üretim tarzından söz edilebilir. Ancak kölecilik -belki geçmiş Müslüman Arap ve Türk toplumlarının fetihçiliği gibi- bazı özel koşulların ve sınırlı dönemlerin ürünü olan, kendini yeniden üretmeye elverişsiz bir üretim tarzı olduğundan bunlara dayanan toplumlar da çökmüştür.
Çağımızda da kapitalizmin bu tür istisnalarının, örneğin darbe ya da devrim dönemlerinin, totaliter tek parti rejimleri ve resmi ideolojilerinin hep geçici olduğunu görmüyor muyuz?
"Sömürü" dediğimiz şey toplumda da doğada da her zaman olan, değiştirilmesi imkansız bir şeydir. Bütün canlılar bir şekilde başkalarını "sömürür" (en başta diğer canlılarla beslenir, insanlar bebekliklerinden yetişkinliklerine kadar anne babalarının emeğini sömürür, yaşlılar çevreye bağımlı hale geldiğinde genç kuşakları sömürür). Bunu hoşumuza gitmese de değiştiremeyiz. En fazla aşırılıklarını törpüleyebiliriz.
Bazı insanlar bunu kabul etmek istemeyebilir, yazıda denildiği gibi "diğer insanların sömürülmesinden, acı çekmesinden, ezilmesinden rahatsız ol"abilir. Sorun bu değil. Sorun, karşı çıktıkları sistemin yerine koyabilecekleri somut, net, uygulanabilir bir çözüm önerileri olmamaları.
Daha doğrusu yanlış olan şu: Sorunların kaynağını tabanda (sisteme yol açan koşullarda) değil tavanda (sistemde) aramak, ve "X (mesela kapitalizm) kötü bir sistemdir, yerine Y'yi (mesela sosyalizmi) koyalım"şeklinde tepeden inme çözümler peşinde koşmak.
diğer sistemler farklı mı? hayır, her ideoloji tepede bir zümre oluşturur ve halkın kalanını söğüşler. sonunda hepsi aynı kapıya çıkar. sosyalizm direk sesini keserek daha belirgin yapar bunu, kapitalizm ise bazı pempe hülyalar içinde sistemin içine entegre eder. sen dişler arasında ezilirsin ama pek farkına varmazsın. şimdi bu noktada soru; insanları bir birinin emeğine, hak ve hürriyetine tecavüz etmeden, saygılı biçimde nasıl yaşatıcaz? tabi bu bir ütopyaya gidebilir. zaten bu işe kafa yoran yazarların, düşünürlerin çıktığı nokta sonunda ütopik olmamış mıdır? gerçek dünya da insanın hırsı, sahiplenme duygusu olduğu için bunu kotarabilecek bir sistem çok zor. imkansız mı? sonuçta bütün savaşların, tecavüzlerin, hukuksuzlukların, sadece insana karşı değil bütün bir dünyaya karşı yapılan gözü dönmüş manyaklıkların altında bu duygu yok mu? bunu maskelemek için hepsi kendi ideoloji ve dünya görüşüne göre kitlelerini uyutmak ve yönlendirmek için kutsallar üretip, bunları kullanmıyor mu? bilmiyorum, emin değilim. belki; çok okumak, çok araştırmak, çok sorgulamak, her nesle aynı şeyi telkin etmek ve belki bunu bile sorgulamalarını istemek gerekli. hapları yutmayın kardeşim düşünün, sorgulayın benide sorgulayın. sen beni sepetlemeden, ben seni sepetlemeden nasıl yaşarız, gelin bunu bulalım demek lazım kuşaklar boyunca; belki işte o zaman bir çıkış buluruz. ama kesinlikle insanın hırsını gemlememiz lazım. buda ancak bilimle olur. geçenlerde Ali nesinin bir yazısına yazmıştım. burda da aynısını söylüyeyim; bundan belki yüzlerce veya binlerce yıl sonra zamanımız ahmaklık çağı olarak anılabilir. (tabi o zamana kadar dünyanın sonunu getirmezsek!)
Mısır'ın Pakistan'ın yarısına yakını hala okuryazar bile değil, fakat Japonların 80'i yüksek tahsil görmüş.
Kalabalığın çıkarları, aynı zamanda senin çıkarların. Kalabalığın yaşam kalitesi ne kadar yüksek olursa, senin yaşamın da o kadar kaliteli ve “tehlikesiz” - keyifli olur. Bkz: Rousseu, Toplum Sözleşmesi.
“Yahu “kamu” ne demek? Televizyonda gördüğün ensesi kalın bakanlarla vali beyler var, işte o demek”
Kamu’yu devletle ya da partiyle eşleştirmeyi nasıl becerebildin? Kamu demek üretenler demek. Ortaklaşa üretilen bütün alanlar ve değerler demek. Park demek, orman demek, internet demek – insanlığın tüm ortak birikimlerinin toplamı demek. Senin kapitalistin onlara el koyuyor ve kiralayarak bizim değerlerimizi kullanarak bizi düdüklüyor.
“İşçinin fakirleşmesi teorisi absürt, ayrıca gözleri kör edercesine yanlış. 1848’den bu yana işçinin yaşam standardı manyaklar gibi arttı, üstelik kapitalizme rağmen değil kapitalizm sayesinde arttı.”
Marx’ın kapitalizmin verimliliğine övgüler dizdiğini (üretici güçlerin gelişimine binaen) söylememe gerek var mı yoksa 3. Dünyada taraftar bulabileceğin çoluk çocuğu kandırmak peşinde misin? (Binlerce alıntı yapılabilir ama sırf Komünist Manifesto’yu okuyan bile bunu bilir.) Yani kapitalin kökenindeki verimliliğe itiraz eden aklı başında bir sosyalist mi var? Söylenen bu sistemin tıkanacağı ve barbarlığa evrileceği. Yani kedi kendi kuyruğuna takılacak ve takılıyor. Azıcık ideolojiden ve travmadan arınaydın, şu anki dünyanın buna gittiğini görürdün. Şu son yaşanan Brexit, Trump ve Avrupa’da yükselen ırkçılık gibi küresel sermayenin içe çekilme eğilimi göstermesi bile çöküşün emarelerinden. (Ah Fukuyama vah Fukuyama :) ) Kapitalizm verimli bir sistem olsaydı, Facebook gidip en değerli sitelere el koymaz, tekel oluşturmazdı. Bir sürü dil öğrenme sitesi Rosetta Stone gibi şirketler tarafından satın alındı ve yok edildi. Bu Microsoft ya da Facebook gibi şirketlerin de yaptıklarıdır. İnsanlığın ortak bilgi birikimine el koyar ve bunu sana bana satarlar. Bir örnek de Apple, ITunes’la tonlarca müzisyenin emeğine el koymaktadır. Bu gücü nereden buluyor? Üretim mekanizmasından mı? Hayır para babası olduğundan yani feodal ağalıktan bir farkı yok, klasik liberal-kapitalist dinamikten de sıyrılıyor bu anlamda neo-kapitalizm!
Bırak verimliliği bir kenara, hangisi insana daha yakındır? Hangisi özgürlüğe ve demokrasiye daha uygundur? Hangisi ahlaken daha doğrudur?
Kapitalizmin verimlilik dönemi bitti. Enformasyon üretiminin “komünist” (kamusal) karakterine cevap veremiyor, milliyetçiliğin ve faşizmin önlenemez yükselişine getirebileceği bir cevap yok. Cafcaflı reklamlarıyla insanı kandırmak ve mal satmak peşinde. Her şeyi tek tipleştiriyor, sanatı, şehirleri ya da daha basiti oturduğun sandalyeyi. En başta insanı tek tipleştiriyor, kendine güvenen mutluluk arayan banal gerizekalı çok çalışan ve çok tüketen bir orta sınıf ideolojisiyle dolduruyor ortalığı.
Biyogenetik gibi insanlığın ortak birikimlerine patentlerle el koyuyor. Küresel ısınma gibi bir sorunu ortadan kaldıramıyor. Çünkü bir azınlığın kâr güdüsü her şeyin önünde. Kör ve aptal bir sistem bu. İnsana güvenmeyebilirsin ama yine de en ufak bir erdeme haizsen, insanı güvenilir kılan bir sistemden yana olursun. Bunun zerresi kapitalizmde mevcut değil. Barbarlığa ve savaşa da adım adım gidecek, gidiyor. Ne aklı? Ne vicdanı? Ne ahlakı!? Şakacı seni.
Bence Marxism beyin enerjisi israfindan baska bir sey degil ve degmez.
Asgari ücrete günde 12 saat çalışırsın! Kendini ''birey'' değil köle gibi hissedersin. Zira 12 saat çalışıp asgari ücret alan biri köleden başka bir şey olamaz. Sence buna kim ''gönüllü'' olur? Sistem zorlamaktadır. Çünkü o işe bile muhtaç durumda olan senin gibi bir yığın insan vardır. Burun bükersen işsiz kalır ve o imkanların bile gerisine düşersin. Burada ''bireyin özgürlüğü'' veya ''gönüllülüğü'' nerede?
''Emekçinin metalaşmasına'' gelince... Market örneğinden devam edelim. Markette diyelim beş tane görevli var, sabahtan akşama eşek gibi çalışıyorlar. Kimi kasada, kimi et reyonunda, kimi mal indirip bindirme işinde. Hepsi asgari ücrete çalışıyor. Bir kişi de -marketin mülkiyetine sahip olduğu için- günde sadece yarım saat uğruyor markete, o da akşam kasada biriken parayı cebe almak için. Buna patron/kapitalist/burjuva diyoruz. Normalde bu marketin kooperatif olup çalışanların ortaklaşa işletmesi, kazancı aralarında bölüşmesi gerekir. Böyle yapılsa belki beş çalışana ortalama 10 bin lira düşecek. Ama kapitalizmde, çalışanlar 1.500 liraya çalıştırılıyor, kişi başına kalan 8.500'e ise patron el koyup cukkalıyor. İşte sömürü dediğimiz budur. Sen eşek gibi çalışırsın ama bir başkası zengin olur. Bu normal mi?
Ben çalışıyorsam benim kazanmam lazım. Ama ben -sistem gereği- sabit ücretten anlaşmak (işgücümü patrona satmak - emeğin metalaşması dediğimiz budur) zorunda bırakılmışım. Bu sayede benim çalışmamım ürünü olan kazançtan başta anlaşmak zorunda bırakıldığım ücret kesildikten sonra kalan büyük tutara (buna artı değer denir) patron el koyuyor. Kapiş?
Bak, basit bir market örneğiyle artı değer nedir, sömürü nedir, emeğin metalaşması nedir v.b.'yi ilk kez anlama imkanı da buluyorsunuz. Teşekküre gerek yok. Anlayınca belki daha nitelikli argümanlarla karşı çıkabilirsiniz sosyalizme. Seviyeniz (Sevan Bey dahil) yerlerde zira...
Sevan Bey'e gelince... Grundrisse'den hiçbir halt anlamamışsın. Fakat öyle büyük bir egon var ki, ben anlamadım demek yerine, ben anlamadıysam kesin anlaşılacak yanı olmayan bir saçmalıktır tavrına girmişsin. Herhalde bu tavır bu toprakların mayasında olan bir zehir. Liberalmiş, ateistmiş, Ermeniymiş fark etmiyor.
Üç altın çağ
Halil BERKTAY
http://www.marmarayerelhaber.com/Halil-BERKTAY/1520-Uc-altin-cag
"Değişmezliğin egemen olduğu yerde tarih de yoktur derken, tarihi yapan olayların bulunmadığını vurgulamak istedik. Bu nedenle bir “İslam tarihi” söz konusu değildir, o ancak bir “İslam öyküsü” olabilir, tarih kavramının içerdiği anlamın dışında kalır."
https://tr.scribd.com/document/123983962/%C4%B0rtican%C4%B1n-Ayak-Sesleri-%C4%B0smet-Zeki-Eyubo%C4%9Flu
Buradan yola çıkarak Marksizmin de bir "hikaye" olduğunu söyleyebiliriz bu durumda. Tabii bu tüm diğer ideolojiler, dolayısıyla liberalizm gibi daha yumuşak ve eleştiriye açık olanlar için de geçerli. Sevan bey de "Liberalizm" başlıklı yazısında bunu kabul etmiş zaten ("Mittir elbette, masaldır, ama çok kuvvetli bir mittir."). Yalnız şu fark var, yine Sevan beyin ifadesiyle; "İnsanlığın yüz küsur bin yıllık tarihinin en görkemli başarıları son 250 yılda o mit üzerinde inşa edildi."