Quantcast
Channel: Sevan Nişanyan / En son yazıları
Viewing all articles
Browse latest Browse all 680

Ölmeyi bilmiyorsan yaşamanın manası ne?

$
0
0
“65 yaşın üstündeki herkes ölse - yahut 65 üzeri erkeklerle 75 üzeri kadınlar ölse - bunun insanlığa, ya da ölenlere, ya da kalanlara ne zararı var? Faydası zararından kat kat fazla değil mi?”
Diye sormuş yazar.[1] Bu cümlelerden “o halde yaşlıları öldürmeli” sonucu çıkar mı?
Sanırım istenirse çıkarılabilir. Marjinal bir sonuçtur gerçi. Gerçek dünyada çok az insanın samimiyetle savunacağı, ancak belki teorik bir ihtimal olarak tartışmak isteyebileceği bir sonuçtur. Öncelikle her iki soruya olumlu cevap verildiğini; ikinci olarak ölüm ve kalım kararlarının fayda ve zarar hesabına göre verildiğini; üçüncü olarak fayda ve zarar hesabını yapacak kişinin öznenin kendisi değil üçüncü kişi veya kişiler olabileceğini varsayar. Bunlar devasa varsayımlardır. Varsayımların doğru olduğuna, ya da yazarın bu varsayımları kabul ettiğine dair elimizde en ufak bir ipucu yok. Bunları var sayıp sonuçlara atlamak, bayağı akrobatik yetenek gerektirir. Halkımızda demek ki varmış öyle yetenekler.
Ben genellikle normal, kısıtlı yeteneklere sahip ölümlüler için yazdığımdan götüyle kuş tutabilen insanları düşünüp ona göre tedbir almayı bazen ihmal ediyorum. Benim hatam.
*
Başka ne demek istemiş olabilir yazar? Mesela şunu:
Yaşlı insanların ölümü olgunluk ve vakarla karşılamayı öğrenmesi gerekir. Hayatta öğrenilecek en mühim ders belki budur.
Ölümden kaçma güdüsü elbet her canlıda var. Solucanlarda ve timsahlarda da var. Seni solucan ve timsahlardan farklı ve üstün kılan – insan yapan –  şey ise bu güdüyü tüm insanlara ve özellikle gelecek kuşaklara karşı sorumluluk duygusuyla dengeleyebilmendir. Kendi yaşamının aslında evrende kıytırık bir detay olduğunu kavrama yeteneği insanda var, diğerlerinde yok.
Ölümden kaçamazsın. Beş sene olmazsa on beş sene sonra zaten öleceksin. Birkaç yıl geciktirmenin kıymeti ne? Diyelim ki senin için kıymeti büyük olsun. Bunun için senin, ya da toplumun, ya da gelecek kuşakların ödemesi gereken bir bedel varsa, o bedelin sınırı nedir? Senin canın üç sene daha Sudoku çözmek ve torunlarının kafasını şişirmek istiyor diye çocuklarından ve toplumdan ne kadar fedakarlık bekleyebilirsin?
Modern dünya bencilliği en üstün değer olarak kutsar. “Hak benim, can benim, kim ne karışır?” Karşılığında kimse bedel ödemiyorsa eyvallah, öyle olsun? Ya ödüyorsa? Ya senin kıytırık canını birkaç sene uzatmak için toplumun geleceği ateşe atılıyorsa? Yaşama anlam katan şeylerle uğraşmak yerine milyonlarca hastane yatağı ve solunum cihazı üretmek zorunda kalıyorsa? Hiç bedel ödemesinler diyen yok: senin onlara sorumluluğun varsa onların da sana var. Ama nereye kadar? Ölçüsü ne?
İnsanoğlu aldıkça değil verdikçe değer kazanır. Mal biriktirme sevdası gibi can biriktirme sevdası da insanı küçültür, silikleştirir, aç dilenci derekesine düşürür. Verdikçe büyürsün. Canın da öyle. Hayatındaki tek değer kendi canın ise solucandan farkın yok. Canını kuşaktan kuşağa aktarılan bir mirasın parçası olarak görebiliyorsan, dolayısıyla ölümü o sürecin doğal bir adımı olarak içine sindirebiliyorsan, ancak o zaman canının – solucanınkinden öte – bir değeri var demektir.
*
Kastettiğim böyle bir şeydi. İsteyen tabi istediği sonucu çıkarır. Yeter ki söylemediğim sözleri ağzıma sokmak gibi bir densizlikten uzak dursun.
Sözün devamı çok. Mesela sağlık endüstrisinin ulaşmış olduğu akıldışı boyutlardan söz edebiliriz. İnsan yaşamına anlam katan faaliyetleri yok sayıp insan yaşamını uzatmayı hedef belleyen bir kültürün zavallılığından söz edebiliriz. “Bilim” adı altında son yıllarda reklam ve pazarlama endüstrisinin bir şubesine dönüşen faaliyetin bu salgında nasıl yaya kaldığından söz edebiliriz. Şimdilik bu kadarı yetsin.





[1]Bu yazıdan birkaç gün önce Facebook’ta şu notları paylaşmıştım:

65 yaşın üstündeki herkes ölse - yahut 65 üzeri erkeklerle 75 üzeri kadınlar ölse - bunun insanlığa, ya da ölenlere, ya da kalanlara ne zararı var? Faydası zararından kat kat fazla değil mi?
İhtiyarları bir gıdım daha fazla yaşatmak için tıbba yatırılan kaynaklar - insan, para, eğitim, ilaç, sigorta - silahlanmaya yatırılan trilyonlardan daha büyük ziyan değil mi? 
Farzedelim ihtiyarların iyice bunayıp çürümeden ölmesi çok çok fena, korkunç, hain bir şey olsun. Gençlere daha iyi bir dünya bırakmak, bu anlamsız hayata tutunma hırsından daha değerli ve özverili bir hedef değil mi?
İhtiyarları her ne pahasına olursa olsun yaşatma hırsına şimdilerde "bilimsel" adı veriliyor. Bilimsellikle herhangi bir alakası olmadığını, felsefi bir tercih olduğunu hakikaten göremiyor musunuz? 
Bencilliğin kutsanması sadece. Modern dünyada hayat anlamsızlaştıkça, her ne pahasına olursa olsun hayata tutunma hırsı kontrolden çıkıyor.

Viewing all articles
Browse latest Browse all 680