HALİM – Birçok düşünürler İslamın bir akıl dini olduğu görüşünde birleşiyorlar. Akıl, Allah’ın insana verdiği en büyük nimettir. Kuran-ı Kerim aklı yüceltir; pek çok ayette insanları akıllarını kullanmaya davet eder; Muhammed’in tebliği ettiği dinin akla uygun olduğunu ve akıl yoluyla teyit edilebileceğini vurgular.[1]Sizce İslam dini – belki sonradan eklenmiş birtakım naklî unsurlardan arındırılmak kaydiyle – tamamen akılcı bir temele oturtulamaz mı?
SELİM – Akıl derken neyi anlıyoruz?
HALİM – Doğruyu yanlıştan, iyiyi kötüden ayırma yeteneği. Tanımı bu değil mi?
SELİM – Tuhaf. Doğruyu yanlıştan ayırma yeteneğinin adı benim bildiğim akıl değil bilgidir. Misal: Elvis Presley 1977’de öldü, doğru mu yanlış mı? Afrodite Zeus’un kızı mıydı kız kardeşi mi? Elimi ateşe soksam yanar mıyım? Bunların akılla ne alakası var? Bilgidir. Ya deneyimle bilirsiniz, ya da bilen birine danışırsınız. İyiyle kötü de öyle. Beyaz peynir iyi, kaşar kötü. Gül kokusu iyi, leş kokusu kötü. Merve yatakta iyi, Ayşegül yaramaz. Köpeğim Fifi de ayırt edebiliyor bunları, ya da buna benzer şeyleri. En ilkel solucan bile biliyor, gün ışığı kötü, şu taşın altı iyi. Akıl diyebilir miyiz buna?
HALİM – Diyanet İşleri Başkanlığının Dini Bilgiler Sözlüğü böyle tanımlamış. Yanlış mı diyorsunuz?
SELİM – Akla düşman bir kurum, referans değeri yok. Dikkat edin: “Doğru” ya da “iyi” derken aslında toplumun genel kabullerini kastediyor, kurduğu denklemi kasten muğlak bırakıyor. Misal: İslam dini iyi bir şey, hepimiz bunu biliyoruz, değil mi? Evet. Akıl iyiyle kötüyü ayırma yeteneği olduğuna göre aklı olan İslam’ı seçer, doğru mu? Doğru. O halde İslam’ı seçmeyen biri akıllı olamaz. QED. İslam dininin akli olduğunu kanıtladık işte.
Bana sorarsanız el çabukluğu ve göz boyama yöntemleri bunlar.
HALİM – Peki siz nasıl tanımlıyorsunuz aklı.
SELİM – Eleştirme alışkanlığıdır. Dünyaya ilişkin teoremleri mantıki tutarlılık, doğruluğu bilinen başka teoremlere uygunluk, gözlem ve tecrübeyle tutarlılık açılarından sürekli sınama iştahıdır.
Teoremler bize nereden gelir? Ecdadımızdan, okuldaki öğretmenlerimizden, fikir önderlerinden, köşe yazarlarından, mahalle kahvemizden, komşunun eşi Mücella Teyzenin dedikodularından gelebilir. Bir kısmı heves ve içgüdülerimizin, hayal ve yanılgılarımızın eseri olabilir. Bunları eğer iki temel sorunun eleğinden geçirmeyi huy edinmişsek akıl yoluna girdik demektir. Bir, mantıken tutarlı mı? İki, gözlem ve deneylerimize uygun mu?
Yolun ilk adımı kuşkudur: “Böyle diyorlar, doğru mu?” Radikal bir kuşku değildir, sonuçta teoremleri yok etmeyi değil doğru teoremi bulmayı amaçlar. Pratik çözümlere ve yarı doğrulara da razıdır. Ama kuşkudur. Hiçbir teoremin tartışmadan muaf olamayacağını, çünkü her teoremin sürekli olarak tutarlılık ve tecrübe testlerinden geçmesi gerektiğini varsayar. Dolayısıyla mutlak gerçek tanımaz. Tek bir teoremi bile eğer tartışma dışı bırakırsak akıl yolunu terk etmiş, başka yola girmiş oluruz. Mesela iman yoluna, şiir yoluna, nakil yoluna ya da zorbalık yoluna; her halükarda aklı tanımayan bir yola.
Akıl diyarında bir teorem ancak görece ve geçici geçerliliğe sahiptir. Görece, yani nispi: “Bu teorem ötekilerden daha güçlü. Doğru olması ihtimali daha yüksek. Eylemimi buna göre ayarlasam yanılma olasılığım daha düşük.” Geçici, yani şimdilik kaydıyla: “Bu teorem şimdiye dek yanlışlanmadı. İleride güçlü bir karşı tez gelirse düşünürüz. Şimdilik veri alalım.”
İslam dininin temel önermelerinden herhangi birini bu anlamda akli bir zemine oturtabilir misiniz? Daha doğrusu, eğer oturtursanız hala mümin sayılabilir misiniz? Tıpkı öbür dinler gibi, İslam dininin esası akıl değil imandır. Teslimiyettir, sorgulamamaktır. Gökten bir ses evladını kurban et derse itaat etmektir. Eğer siz Allah’ı, peygamberi, yargı gününü, cenneti ve cehennemi, meleği, kitabı, vahyi sorgulayamıyorsanız, filan ayette gak mı demiş guk mu demiş konusunda akla başvurmanıza izin verildi dense kaç yazar? Bir yanda pireyi sorgula diyorsunuz, öbür yanda deve yanınızdan hamuduyla geçmiş, onu gözden kaçırıyorsunuz.
HALİM – Sizce neden gerek Kuran-ı Kerim gerek onun yolundan giden İslam mütefekkirleri İslam’ın akıl dini olduğu görüşünde ısrar ettiler?
SELİM – İnsan aklı temel varsayımları sorgulamakta tembeldir. Pireyi tartışmaktan çekinmez, ama iş deveye gelince görmezlikten gelmeyi seçebilir. Sanırım birçok insan bu anlayışla Allah, peygamber, melek gibi mitolojik anlatımları akla uygun önermeler olarak düşünmeye devam ediyor.
Bin yıl önce nispeten makul bir yanılgıydı. Bir önermeyi nasıl sorgulayacağınızı bilmiyorsanız sorgulamamakta mazur olabilirsiniz. Bundan yüz yıl önce, haklılığı epey yıpranmış da olsa hala “bilmiyorum, sorgulamak aklıma gelmedi” deme şansınız vardı. Bugün yok. Temel varsayımlarınız o denli net, yaygın ve güçlü bir şekilde sorgulanıyor ki, o sorguları yok sayıp İslam’ın akliliğinde ısrar etmek bu saatten sonra ancak cehalettir, ya da kör inat.
HALİM – Bu eleştiriniz yalnız İslam için mi, yoksa öbür dinler için geçerli mi?
SELİM – Dünyanın meçhul bir canlı varlık ya da varlıklar tarafından yönetildiğini savunan her düşünce için geçerli. Ha, bunu tartışılmaz bir dogma olarak değil makul bir olabilirlik olarak ileri sürüyorsa durum farklı. Mutlak gerçek olarak değil anlamlı bir öykü, bir mecaz, ecdattan kalma güzel bir mit olarak savunuyorsa yine farklı. O zaman da tartışırız, lehte ve aleyhte görüşleri masaya yatırabiliriz. Ama en azından, akıl ve mantığa aykırı bir cahillik olarak değerlendirmeye hakkımız olmaz.
[1] Bakara 171: “Onlar sağır dilsiz ve kördür, çünkü akletmezler.” Yunus 100: “Akıllarını kullanmayanlara kötü bir azap vardır.”