Halim– Basit bir kâr zarar hesabıyla, Allah’a inanmak inanmamaktan daha akılcı değil mi? Eğer varsa ve inkâr ediyorsan yandın. Yoksa ve boşuna inandıysan kaybedeceğin bir şey yok.
Selim– Hangi tanrı?
Farzet ki Pascal’ın hesabına kandım, Hıristiyanların – hatta Katoliklerin, hatta Port-Royalcilerin – tanrısına inandım. Öldüm, karşıma Zeus çıktı. O zaman hapı yuttum işte. Bence en güvenli yol hiç birine inanmamak. O zaman karşıma hangisi çıkarsa çıksın, “abi, yalan tanrıların hiç birine inanmadım” diye kendimi savunma şansım olur en azından. Yüz tanrı adayı varsa doksan dokuzunu doğru bildim demektir.
Kaldı ki “kaybedecek bir şeyin yok” doğru değil. Hakikati kaybediyorsun, işkence ve azaptan daha korkunç bir şey bence. Hakikati kişisel konfor ve güvenlik hesabı üzerine inşa etmek gibi utanç verici bir hataya Pascal gibi akıllı bir adam nasıl düşer, hayret ediyorum.
Ben tanrı olsam, ceza korkusuyla ya da çıkar saiki ile bana inanan ya da inanır görünen birine çöp kadar değer vermezdim. Sıdk nedir bilirsin: sadakat, yani hakikate sırf hakikat olduğu için bağlı olmak, sonuçlarını zerrece umursamamak. İnandığı şey yanlış da olsa, bu niteliğe sahip biri daha değerlidir benim gözümde. Tanrı da eğer dürüstlüğe önem veren biriyse böyle düşünecektir. Pascal’ın inanç kumarbazını direktman cehenneme atacaktır.
Halim - Çarpılacaksın.
Selim - Ceza ve zulümden korktuğu için hakikati inkâr edene lanet olsun. Allah sevmez öylelerini.